Sokrat’ın felsefesi,
Sokrat ve Eflatun, M.Ö. 470 yılında, ahlaki felsefenin temelini atan düşünürlerdir. Onlar öğrencilerine, ahlâkın faziletlerinden bahsederek tavsiyelerde bulunur ve devamlı olarak ‘kendini bil’ sözünü tekrarlarlardı. Sokrat, Cenabı Hakk’ın mevcudiyetini âlemin nizamından anlamıştı. Sohbetlerinde ve eserlerinde hep, bu yaradılış âleminde hiçbir şeyin abes olmayıp, ister bedenimizin uzuvlarının olsun, ister diğer eşyanın olsun, her birinin bir vazifesi bulunduğunu, bir parçası oldukları bütünün selâmetini temine çalıştıklarını bildiriyordu. Her şeyin intizamının; yerin, göğün, gök kubbenin bir ahenk ve düzen içinde bulunmasının; bütün mevcudatın çalışıp didinmesinin ve cüce mahlûkatın çoğalış ve doğuruş halinde bulunmasının; hep insanın menfaatine, hizmeti adına olduğunu anlatırdı.
Cihanda hiçbir şey tesadüfe dayanmaz. Her şey bir gayeye, daha yüksek daha üstün bir gayeye matuftur ve neticede her şey, tek gaye olan tevhide –birliğe- yönelmiştir. Yani yöneliş Allah’a, Yaratanadır. Kâinattaki ahenk ve düzen, tabiattaki kanunların birbirlerine uygunluğu, Allah’ın tek olduğuna, varlığına, birliğine, O’nun hiçbir suretine eşi ve benzeri olmadığına açık birer delildir. Allah’tan başka ilah olsaydı, böyle bir düzen olmazdı, kesinlikle bozulurdu.
Kâinatta hiçbir şey tesadüfe bırakılmamıştır. Her şeyde ilahi bir cevher olmakla beraber, onları, bu şekilsiz küllün (bütünün), karışıklığından madde olarak çıkaran ve bu intizama sokan hakiki bir Yaratıcı vardır. Bu hakiki Yaratıcı her yerde hazır, galip ve her yerde mevcuttur ama biz ayan ve beyan olan Allah’ı göremiyoruz.
Sokrat; birinci olarak ruhu, ruhta aklı ve akılda mefkûreyi görmüştür. Onun için o, akl-ı ruhiyatın kurucusudur. Ama bu yüksek düşünce ve büyüklüklerini zamanın insanları çekemedi, kaldıramadı. İftiralar ve anlayışsızlıklar ile onu idama mahkûm ettiler. Çok kimseler vardır ki saadetleri, yıldızı, öldükten sonra parlar. Onun da kıymeti, öldükten sonra meydana çıkmıştır. Sokrat daima, ‘ben size Allah’ın emrini tebliğe memurum’ derdi ve her zaman, ‘bir melek gelir şunu şöyle yap, bunu böyle yap diye emirler verirdi, ama beni idama mahkûm ettikleri vakit, o melek gelmedi, anladım ki Allah’ın rızası budur!’
El Habir
Allah’ın Habir esması; haber alan, haber verendir.
İnsandaki beş duygu Allah’ın Habir ismi tecellisi ile faaldir.
Yaratan, yarattığını bilir. İnsanı Allah’tan başka kimse bilmez.
Yarab, beni Sen benden iyi bilirsin!
Yegâne fail ve varlık O’nundur.
Kendini bil! Kendin Allah’ladır. Hikmetini bil! Çünkü Allah Habir ve Basir’dir.
Allah, özün özünü bilir. Allah sebeplerin sebebidir.
Sen seni görmezsin, sen senin sırrına ermezsin, Allah görür, sırrını bilir, sen senin yüreğine söz geçiremezsin, kalbin muhatabı Allah’tır.
Amellere, en doğru neticeyi Allah verir. Allah Habir’dir.
Esma-ül Hüsna, Allah’ı anlatır. Mükemmel olan Allah’tır. Noksan olan kuldur.
Esma, amel, dua; bunlar vasıtadır. Allah’a Allah’ı söyler.
Vallahu gafurul Rahim, Allah avfu (affedici) Rahim’dir. Allah’ın avfu, Rahmetinin icabıdır.
Hiçbir göz O’nu göremez, hiçbir idrak onu idrak edemez. İnsan, Allah’ın ihtişamı karşısında çok küçüktür. Gayb, beş duygunun (algılarının) dışındadır. Allah, zuhurunun şiddetinden gaybtır.
Göz, belli bir zuhuru görür.
Veciz sözler
Sevgi dünya hayatımızda şifadır, muhabbet ölümsüz hayatımızda şifadır.
Sevgi, sevdiği uğruna bazı şeylerden vazgeçmektir.
Ameller niyetlere bağlıdır. Allah insanın yaptığına değil, niyetine bakar. Dolayısı ile insan, niyetinin neticesini yaşar!
Her şeyi yamuk görüyorsan, senin bakışın yamuktur. Allah, her şeyi şahane yaratmıştır. Yamukluktan vazgeçmiş bir göz, Allah’ın Afv-u mağfiretindendir.
Beni ben kılan, o ilâhi nefestir.
Kadına fitne gözüyle bakma! Ona cinsi latif diye bak. Kadında erkek, erkekte kadın; Allahın sanat eseridir.
Buda der ki: kötülüklerin, kederlerin, ölümün sebebi; şehvettir. Her bir insanın başına birer bela kesilen ve ihtiyaçları uyandıran, yine şehvet ve hırstır. Bundan ancak kâmil insanlar kurtulabilirler.
Ego, daima korku içindedir. Kırılgan, çiçek olmaktan korkar. Bir şeyin gelip onu sıfır edeceğinden korkar. Bu yüzden ego, çevresine bir kale inşa eder ve bu yüzden mahrumiyet içinde yaşar.
Yüce Allah, varlık âleminde yazılı olan her şeyi, kalplere ilham yolu ile yazdırır. Çünkü âlem, yazılmış ilahi bir kitaptır.
Yarabbi, hangi namazdır ki beni Sana yaklaştırır. Cenabı Allah buyurdu ki: Ya Gavs-ul Azam! Bana yakın olan namaz, odur ki, o namazda Benden gayrisi olmaya, namaz kılan da Bende kaybola!
Kızım sen yaz, benim ağzımdan Hak’tan gayri bir söz çıkmaz.
Ney Âdemden seslenir. Âdemi söyler, ney hali âdemi dile getirir.
Her şey Allah’tan sadır olmuştur, hepsi mana taşır. Manalıdır.
Nefsinin emrinde olan esirdir. Esir olan, hür değildir. Hürriyet Allah’ın insana verdiği en büyük lütuftur.
Âlâ, en üstün olan o Allah’tır. Aşağısı küstahtır. Küstah, ene, ego, ben ve firavunlaşmış nefistir. Nefis firavunlaşmak için fırsat kollar.
Hayat hayâdır. Bir kimse yaptığı işin hakkını vermiyorsa, hayâsızlık ediyordur.
0 Yorum