İnsan; özü gereği, yaradılışının icabı olarak, ‘Bilmek” ister
Bir insana çalışmamak, cahil kalmak, yakışmaz. ‘Bir lokma, bir hırka yeter‘ demek; bir inek gibi, bir tutam ot bir avuç samanla mutlu olmaktır. Hâlbuki insan; yüce yaratılmış olarak kendi varlığını sorgulayan, varlık üzerinde çalışan kafa yoran tek varlıktır. Hatta insan, kapasitesinin sabit bir sınırı olmayan yüce yaratıktır. Rab olan Allah da, en büyük mürebbi (Öğreticidir).
Bu yüzden İnsan; özü gereği, yaradılışının icabı olarak, ‘Bilmek” ister.
İnsan, Allah’ı idrak için tekâmül etmek mecburiyetindedir, bu insanın hilkati icabıdır.
İnsan, bedenle bu dünyaya doğar, ikinci doğum ise manevi uyanmadır, idraktir. Dünyaya gelişteki maddi doğum, idraki geliştiren manevi doğumu gerçekleştirmek içindir. İnsan tekâmül etmeye, gelişmeye mahkûmdur! Uyanış evrensel değerleri dikkate almaktır. Bu ‘bilmekten’ ve uyanıştan varılması gereken asıl olay ise insanın kendini bilmesidir. Kendini bilen, Allah’ı bilir. Yani eser’in, müessirden geldiğini bilen, mahlûk’undan HALİK’e varacağını bilir. Çünkü eser müessirinden bağımsız değildir. Yaratığı, Allah çekip çevirir! Onun için yaratığa bakıp Yaratan’ı, Yaratan’a bakıp yaratığı gör! Varlık, yegâne var olan Allah’ın açıklamasıdır.
Âlem- işarettir, ona bakınca işaret ettiği Allah’tır.
Allah bir bakıma anlam demektir.
Her şey, insanın üstün yeteneklerini iyi veya kötü kullanılmasında yatmaktadır. Yeteneklerin işlenmesi ruhu asilleştirir, yeteneklerin işlenmesinin terki halinde de ruh kararır. İnsanın yeteneklerini en iyi bilen, Yaratıcıdır. Allah’ın insanın ruhuna karşı, özel bir ilgisi vardır. Çünkü o Rabb’ın emrindendir. Ruh, insanın özüdür. Bedenin bozulması ve düzelmesi de, özden başlar.
Başkaları ile ilgilenen bir kimse, kendisini ihmal ettiği için kendi gerçeğini bilemez. Dolayısı ile hiçbir nasihati da, üzerine almaz. Her insanı da, kendisi gibi bilip onu da anlamalıdır ki o da senin gibi bir insandır. Arınmak her şeyin başında gelir. İnsan, bu dünyada yolcudur. Yolu ve kendini, iyi bilmek zorundadır. İnsan, bir Hak kitabıdır. (Sen Kitabullahsın ey dil!).
Bir gönül ehli, gerçekler üzerinde düşünmelidir.
İnsanları; yaşayıp, büyüdükleri iklim itibarı ile Asyalı, Avrupalı, Afrikalı, Amerikalı diye adlandırırız. Allah, siyah, beyaz, sarı, ırk demeden, her ırktan ve milletten, tüm dünyalı insanı kendisine cezbedebilir. Allah, insanın fıtri yapısını bilir onu, ona göre sevk ve idare eder! (Her şey Onun istediği gibi olur! ). Yani, Allah dilemeyince, biz dileyemeyiz.
İlahi yasa KADER dir, şaşmaz
Cümle varlığın rızkı, Allah’tandır. İlahi yasa kaderdir, şaşmaz. Allah, kuluna verdiği iradeyi bilir ve nazarı itibara alır. Yaratanı da bilenler, ona şeksiz şüphesiz boyun eğerler.
İhlâs, Allah’a aracısız kulluk etmektir. İhlâsın zıddı, şirktir. Kula kul olan, vaktini ziyan etmiştir.
Aslında Allah ne yaratmışsa, o zaten Allah’a kuldur. İnsan; farklıdır, çünkü onda idrak vardır. Sonu ilahi yasa ile belirlenmiş süre doluncaya kadar, güzel bir hayat, yani sonu güzel bir hayat yaşamalı, çünkü dönüş Allah’adır.
Allah’ın varlığının bir işareti yani ayeti olan dünyada, bedenimizle bir parçayız ve ona bağlıyız. Makro olarak dünyayı, mikro olarak bedeni bilmekle; onlara hükmeden Allah’ı biliriz.
Allah kullarını yaratır ve evirir, çevirir. Bu bir bakıma onlara lütuftur.
Allah’ın lütufkâr olduğunu idrak eden bir insan, huzur ve mutluluk içindedir.
Nefsin emrinden çıkamayanlar da kendilerine zulüm ederler.
Allah lütfeder, zulmetmez. Hidayet, kişiyi hedefine ulaştıran yoldur.
Olaylara sathi bakanlar, olayın içindeki mucizeyi görmezler. Dışındaki mucizeye bakarlar.
Mucize, insanın yaratamadığıdır!
Bu âlem, ibreti âlemdir. İbret alamayanlar, bir nevi cezadadır.
Ne dünyayı, ne de ukbayı öne geçirme! İkisinden de nasibini al!
Kevni mekân, tecelligâhtır. Allah’ın muradı, âlemlerde tecelli eder.
Tecellinin muradı da, Allah’tır. Allah’tan bağımsız bir huzur, mutluluk olmaz.
Yaratanı inkâr, kendini inkârdır. Kendini inkâr, üful olup gitmektir. Hâlbuki insan, yüce bir yaratıktır.
Yüreğini Allah’tan gayriye verme! Onu sahibinden esirgeme, yoksa kendi kendine kast etmiş olursun. Hilkatini bilmeyen, Allah’ı bilmez.
Hakka talip olan kişi
Başka murat istemez
Hak ile dost olan kişi
Başka vuslat istemez
Hakkı Rezzak bilen kişi
Kaydı sofra istemez
Hak gönülde diyen kişi
Başka bir yer istemez
Bir inkâr var, maddidir. Bir de inkâr var, cehdidir.
İnsanın üzerinde toplumsal baskı ve bir de ilahi cazibe gücü vardır.
Akıl, madde dünyasının direksiyonudur.
İlim, cehalet zehrinin panzehiridir.
Marifet, nefsin zulmünden kurtuluş yoludur.
Muhabbet, gönül nurunun ışığıdır.
Söz; söyleyenin neresinden çıkarsa, dinleyenin de orasına girer. Dudaktan çıkan sözün, varacağı yer kulak kepçesidir. Yürekten çıkacak sözün, varacağı yer muhatabın yüreği olacaktır.
Taze güzeldir. Her bayatın arkasından, bir taze güzel gelir.
Allah, yokmuş gibi konuşmak ehil için günahtır.
Hz Musa’nın asası, firavunun kamçısından kuvvetlidir. Bir bakıma ikisi de geçerlidir.
MELEKLERİN ELİNDEN DÜŞTÜK TUTAMADILAR ,
İNSANIZ KOLAY LOKMA DEĞİLİZ YUTAMADILAR
YOKLUĞUN TECELLİSİYİZ BİNBİR RENKLE YANSIRIZ
CANIMIZ HAKTAN BAHA BİÇİLMEZ ,DÜNYAYA SATAMADILAR
SENDE KENDİNE DEĞER ARAMA YOK EŞİN MENENDİN
SEN İSTERSİN SEN YAPARSIN, HER NEFESTE DENENDİN
İPTE SENSİN BOYUN DA SEN ,İŞLEMEZ CANA KEMENDİN
KENDİNİ BEN SANANLAR VAHDETİ TADAMADILAR
ALDANMA YURDUDUR BEDEN ALEMİ, AÇ GÖZÜNÜ
SEYREYLE ALEMDEN ,KENDİ İÇİNDEN İZLE ÖZÜNÜ
ANI BİLMEYİP CAN YURDUNA DÖNMEYENLER YÜZÜNÜ
BENLİĞİN GAFLET YÜKÜNÜ SIRTLARINDAN ATAMADILAR
ayhan kaplan