Akıl, fikir, ilham dahi bize verilmiş emanettir.
Ta işin başından beri insana bakacak olursak, Kabil ve Habil’den itibaren insanların mülke ne kadar düşkün olduğunu görürüz. Hatta Kâbil’in bu mülke hırsla düşkünlüğü, onu kardeşi Hâbil’n katili yapmıştır. Kabilden beri bu güne kadar insanlık, böyle gelmiş böyle gidiyor. İnsanların kimi Kâbil kimi Habil soyundandır. Hâlbuki bu âlemde her şey, emanettir. En başta bu vücudumuz, emanet değil midir? Bir gün gelecek, vücudumuzu terk edeceğiz. Akıl, fikir, ilham dahi, bize verilmiş emanettir.
İnsan yüreği evrenden daha geniştir. Fakat insan, manevi enginliğinden bihaberdir. Bu da kendi içinde bulabileceği o büyük güce, o büyük ışığa ulaşmaktan onu alıkoyuyor. Bu da onun kendi özünden habersiz olmasındandır.
Dışarıda görünmekte olan her şey bizim zihinlerimizdedir!
Dünyada, hiçbir şey imkânsız değildir. Yeter ki nasıl tefekkür edeceğinizi bilin! Var olan her şey, ister iş, ister başka bir şey olsun, ister görünür, ister görünmez olsun dışarıda imiş gibi görünmekle birlikte, bizim zihinlerimizdedir. Şeylerin dışarıda görünmesi, bizim gözümüzün onu dışarıda görmesindendir. Oysa onlar, bizim zihnimizde vardır!
Geceyi tefekkürle geçiren, gündüzü ilâhi hikmetle geçirir. Böyle bir insan, okyanus akıntısı gibi olan ilâhi alış verişi zerre kadar alı koymaz, ona katılır. Konuştuğu her sözde, her sohbet de Allah vardır. Onun düşündüğü ve yaptığı her şeyde, şifaya ve nimete dönüşen Allah’ın lütfu görülür. Bu kadar sevecen ve yardım sever nitelikler kazanan bir mürşit de, günlük hayatın kalabalığı ve hay huyu ile ömür geçiren insanları; bilhassa müridanı uyarır.
Zikrin, iki boyutu vardır. Biri ruhtur, öbürü bedendir.
Bir elmas, topraktan ayrılır, kiri pası atılır ve elmaslığı ortaya çıkar. Sonra da o, bir elmas tıraş edenin eline geçerse ve ustaca yontulur üzerine faset denilen kesikler atılırsa pırlanta olur. Elmasa işlem yapılır, pırlantaya değil!
İnsanlar da böyledir; Seyr-i Sûluk sırasında, Mürşit vasıtasıyla (kendilerine atılan çentiklerle) arınırlar, özleri açığa çıkar. Böylece ehli zikir, tevazu içinde olur; Nefis ve benlik günahından, halâs olur, güce ve ilhâma ihtiyacı olan insana zikirle her şekil ve görüntüden Allah görünür.
Sufinin manevi gelişiminde zikrin çok özel bir önemi vardır. Sufiler her şeye onunla ulaşırlar. Her şey dile gelir, onlara Allah’ı söyler. Zikir sesli ve sessiz olur. Zikrin ilâhi coşkusu, zikirle zakirin ayrılığını ortadan kaldırır.
Zikirle öyle bir noktaya gelinir ki; tekâmülün daha yüksek aşamalarındaki manevi varlıklarla uyumlulaşıp manevi etkiler uyarılır. Hatta zikrin yapılması sürecinde, yürekler arasındaki ayrılık kaybolunca, bi’l-fiil en yüksek manevi hale yükselebiliriz. Zikir ancak uygulamakla kȗnhuna varılır. Zikir arasında okunan ilâhiler, insanın varlığını hatta zihnini arındırır. Zakir, böylece Allah’ın mesajını taşır hale gelir.
Zikirle binlerce hücreden halk olmuş beden, bağışıklık sistemini düzene koyabilir. Toplu halde yapılan zikir, ilahi cezbe ile Halik mahlûk muhabbetini arttırır, hevayı hevesten alır.
Zikrin, iki boyutu vardır. Biri ruhtur, öbürü bedendir. Zikrin ruhu nefestir ve nefes zikrin her tekrarı ile Allah anılır. Zikrin bedeni esma (kelimelerdir) Nefes ise hayattır. Beden sınırlıdır. Bedende kaldıkça, mahdutsun(sınırlısın). Esas varlığın bedenin ötesindedir. Bu da tefekkürle açığa çıkar. Colomb, Amerika’ya ulaşmayı önce imajında canlandırdı da sonra onu keşfe çıktı. Bu dünyayı iyi yaşamak için, gönül ve tefekkür âleminin kapısı açılmalıdır. Allah ’ın esmalarından Müsemmaya dayanmak lazımdır. Bu keşifte başarılı olmak için Ya Fettah, kuvvet güç ve istek için ya Azim, elverişli şartlar için Ya Gani, hareket için ya Vehhab, ekmek ve yağ için ya Rezzak, daha iyi düşünmek için ya Vekîl, şefkât için ya Kerim, halim olmak için Ya Rahim diyerek Allah’ı anmak lazımdır. Bu da ceht ve gayret ister.
Allah anılınca kalp ısınır ve soğukluğu gider. Isı titreşimleri, dışa vurur ve vecd haline dönüşür ve her varlığa duyarlı olmaya başlar. Yaratık’tan -Yaratan’a döner.
Kalpler, zikirlerle hazırlanırsa, saf hale gelir. Engeller, perdeler kalkar, Halîk- mahlȗk karşı karşıya gelir. Allah, göklerin ve yerin nurudur. Kavlinden Hz. İlahiye nuru yükselir; kalbi ububiyet nurları ile birleşir. Onun olur.
Zikrullah Allah’ın sohbet edildiği hal ve zamandır. Cumanın muhakkak camide olmasından maksat, orada hutbe yani Allah’ı anma zikridir. Hatta Cuma namazının farzı, dört olduğu halde iki rekâta indirilmiş hutbeye ayar verilmiştir.
Hayy: Hay de de, diri olduğunu anla! Zikir, çok üstün bir çalışma yoludur. Zikir hem bedende müzik ritim bularak tandans oluşur ve bu yüzden zakirin bedensel ve zihinde tecelli uyandırır.
Veciz sözler
Anası babası için kadim ve mert, ama vatan için mert oğlu mert. Allah’ın dünyada acı ve tatlıyı yaratması, mertle namerdin ayrılması hususiyeti içindir.
Söz yürekten değil, dudaktan çıkar. Ekseriye böyle söz ne kadar tumturaklı olsa da, esasta lafı güzaftır. (Ambalajlı söze de maalesef itibar edilir. )
Mukallit, Muhakkik. Kalpten maksat onun kan pompası olması yanında hareketli olmasıdır. İnsanın ameli salih olması, hareketini verir.
Halkı bilen, halka düşkün, Hakkı bilmez, Hakkı bilmedi!
Özgürlüğün kaynağı, Allah’tır. Esaretin kaynağı da, mala mülke düşkünlük veren benliktir.
Bir millet aç ise, o millet müsrif bir millettir
0 Yorum